Yoldayım…
Hayatımda en çok gönül yarası çektiğim şehri geride bırakıyorum. Esasında kalbimin zirve defterine ismini yazdıran herkesin hayalinde “şu an” başka biri var… Asla hepsinin aklında sadece ben olamadım ya da hiç olmadım. Ben mi? Ben sadece acı dindiren bir ağrı kesici oldum. Evet öyleyim…
Yoldayım…
Her zaman yanındaki alternatifi tercih edilmiş biri olarak terk ediyorum bu şehri. Kalbinde ise aynı melankoli hastalığının piştisi masaya yumruğunu vurmuşken, gözlerimde oluşan buğunun farkına varıyorum.
Yoldayım…
Yanımdaki adam bile kalkarak arkadaki boş koltukları tercih ediyor… Özür dileyerek… Ne büyük bir ironi değil mi?
Yoldayım…
İyi dileklerle sadece bir kaç dostun uğurladığı bir yolculukta… O’nun ise umurunda olmayarak. Oysa ne kadar da önemsemiştim onu. Karşılaştığı her zorluğa karşı onu koruyacağıma yemin etmiştim. Belki onun istediği gibi biri olmayı dahi göze almıştım. Sürekli gelgitler… Kendimi öylesine inandırmıştım ki sevildiğime… Yine gelgitler…
Yoldayım…
Gözlerim yola dalıyor… Bugün elimi ürkekçe uzattığım anı hatırlıyorum. Tüm cesaretimle uzattığım elim boş dönüyor.
Hayır! Yeter! Hayal etme! Yeteeer!
Yoldayım…
Arka koltukta oturan adam kaba bir şekilde beni uyarıyor, uyanıyorum. “Gardaş(!) koltuğu kaldırır mısın?”. Ben de her zaman ki gibi ters orantılı olarak: “Tabii ki efendim.”. Hayatımı özetleyen bir olay daha… Belki de kaybetme sebebim bu.
Yoldayım…
Otobüsün ışıkları sönüyor… Etraf çok karanlık… Gayri ihtiyari olarak elim tepedeki lambaya gidiyor… Koltuğum aydınlanınca fark ediyorum. Yanım boş… O zaman anlıyorum neden hep cam kenarını sevdiğimi. Camdan kendi yansımamı seyrediyorum. Yapayalnız… Başım yaslanacak bir omuz arıyor. Sadece hayaller ve dertlerim…
Yoldayım…
Uykum geliyor. Yolculukta hiç rüya görmem ama, O’nu görmek umuduyla uykuya dalıyorum. Yaşadıklarımın hepsinin bir rüya olduğunun farkına varamayarak…
Yoldayım…
Kendi hayatımın yolunda…